Lokman ve Öğütleri


Lokman Suresi'nin 12. ayetinde, Lokman'a "hikmet" verildiği bildirilir. 13. ayette: "Anılmalı ki; 
Lokman öğüt verirken şöyle demişti: 'Ey oğulcuğum! Tanrı'ya (Tanrılıkta) ortak tanıma. Çünkü
O'na ortak tanımak, büyük haksızlıktır'" denir. "Anaya babaya saygı gösterilmesi"ne ilişkin "Tanrı vasiyeti" olduğu bildirilen 14. ayetten sonra, bununla hiç de bağdaşmayacak biçimde anlatım yer alır. 15. ayete ' şöyle başlanır: "Eğer anan baban, bana (Tanrılıkta), bilemeyeceğin türden ortak tanımaya seni yöneltirlerse, onlara 'itaat etme'..." 16'dan 19'a kadarki ayetlerde, Lokman'ın oğluna öğütleri ve özdeyişleri şöyle sıralanır:

"Ey oğulcuğum! İşlediğin şey (günah-sevap), bir hardal tanesi ağırlığında da olsa, bir kayanın içinde, ya da göklerde, ya da yerde de bulunsa, Allah onu getirip karşına çıkarır. Kuşkusuz Allah, incedir, her şeyden haberlidir."

Özeti: "Eden bulur." Ya da: "Ne ekersen, onu biçersin."

"Ey oğulcuğum! Namaz kıl. Uygun olanı buyur. Uygun olmayanı önle. Başına gelene katlan. Yönelmeye değer bir tutumdur bu. İnsanlara, yüzünü yan çevirme böbürlenip de. Yeryüzünde de çalımlı çalımlı yürüme. Çünkü Allah, hiçbir böbürgen ve övüngeni sevmez. Yürümende dengeli ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini, kuşkusuz eşeklerin sesidir."
Bu öğütlerde de birtakım "atasözleri" bulmak mümkün. "Uygun olan" ve "uygun olmayan" üstüne, "başa gelene katlanmak" üstüne, "güleryüzlü", "hoşgörülü" olmak üstüne, "alçakgönüllülük", "böbürgenlik" üstüne, "dengeli olmak" üstüne, "alçak sesle edepli konuşmak" üstüne. Tüm bu konularda, çok eski "atasözleri"ni derleyip sunan kaynaklarda da bolca "özdeyiş" bulabiliriz.

Yani Muhammed'in "Tanrı"sının "Lokman'dan hikmetler" olarak "aktardığı" bu öğütler, "bilinmeyen hikmetler" değiller. Hepsini, hemen herkes çok rahat bilebilmekte.

Gelelim; "Seslerin en çirkini, kuşkusuz, eşeklerin sesidir!" anlamındaki "hik met"e!

Kur'an'm "Tanrı"sı, bu "özdeyiş"i (!) de çok "beğenmiş" olmalı ki, bunu da "Lok- man"dan aktarmış.

Araştırılıp bulunuyor ki, İÖ 681'de öldürülen Asur Kralı Sanherib'in "masal ve atasözü" derleyiciliği de yapan Veziri "Ahikâr" da "eşeğin sesi"ni çok "çirkin" bulmuş.

O da oğluna şöyle demiş: "Başını eğ, alçak sesle konuş ve aşağıya bak. Çünkü bir ev yapmak için yüksek sesle konuşmak gerekseydi, eşek her gün iki ev yapardı,"Görüyorsunuz, adam, eşek anırmasını çirkin bulurken; Kur'an'daki kadar abartmıyor.

Onunkinde o denli abartılmış olmasa da, içinizden şöyle geçmiştir sanıyorum: "Şu Lokman diye ileri sürülen, o Vezir Ahikâr olmasın?!"
"Olabilir!" diyen araştırmacı ve incelemeciler var. Bunlardan biri, Ahikâr'ın olduğu bilinen başka sözleri de ele alıp "Lokman Hekim"in olduğu ileri sürülegelenlerle karşılaştırmış ve aradaki benzerliklere dayanarak bu sonuca varmış bulunuyor.

Kur'an'ın Hikmetli Adamı Lokman-Asurlu Ahikâr- Eski Yunan'dan Masalcı Aisopos- Yahudilerin (Tevrat'taki) "Bal'am"ı

Kaynakların belirttiğine göre, Ahikâr'ın "masal"larım, "öğüt"lerini ve "özdeyişlerini içine

alan bir kitap bulunmakta. Bu kitap içinde, Tevrat'tan da bölümler yer almakta. Süryani bilim ve edebiyat tarihine ilişkin önemli bir kitabı (Arapça) elimizde bulunan, Antakya ve öteki Doğu Süryanileri Patriği Ignatius I. Aphram Barsam, söz konusu Ahikâr'ın kitabını, bir Süryani-Arami kitabı olarak sunmakta. Şöye demekte:

"Bilesin ki, Süryani-Aramilerin ilk dönemlerinde arı bir dille karşılaşılan düzyazı (nesir) ve koşuk (nazım) türünden edebiyat örnekleri vardır. Bilim dallarına önem verdikleri de görülür. Ancak edebiyatlarından, Asur Kralı Sanherib'in (ö. 10 681) Veziri Ahikâr'ın kitabından başka bize değin ulaşan (kitap olarak) yok. Ahikâr'ın kitabı, birtakım öğütleri, özdeyişleri içermekte. Sonradan, birtakım öykülerin de eklendiği görülmekte. Ve bütün bunların İÖ 5. yüzyıl derlemeleri olduğu sanılmaktadır. Bu kitapta, (Tevrat'tan) Tobya'ya ilişkin 'kitaplar' (bölümler) de var."
Buna göre, Lokman, bir "Asurlu"ydu. O zamanki birçokları gibi "Arami", "Süryani" dilini konuşan bir "Asurlu"... Ve çok büyük bir olasılıkla, "Sabiîlik" dini inanırıydı. O zamanki niceleri gibi... Belki de; İbrahim ("Peygamber") gibi, bir "Sabiî Peygamberiydi.

Lokmanla, eski Yunan'dan Aisopos (Ezop) arasında da benzerlik bulunmakta. Dahası; şöyle düşünülmekte: "Lokman efsanesi, zamanla, Aisopos efsanesinden çok şey almıştır. Aisopos'la Ahikâr arasında da benzerlik var. Bu nedenle, Lokman, zamanla beliren gelişmelerinde Aisopos'unkinden çizgiler alırken, bu yolla, Ahikâr efsanesine de yaklaşmıştır." Yani Lokman, "doğrudan doğruya Ahikâr'a değil; Aisopos'a bağlanmakta" kimi ineelemecilerce.

Kimileriyse, "Lokman, Aisopos'un kendisidir" diye düşünmekteler.

Ünlü Yunanlı tarih yazarı Heredotos (İÖ 5. yüzyıl), Aisopos'a değinir. "...Samos'lu İadmon'un kölesi ve masalcı Aisopos..." diyerek...Bu ünlü tarih yazarnın yazdıklarından anlaşılan o ki, Aisopos (Ezop), eski Mısır firavunlarından Amasis döneminde (VI. yüzyılda) ve Samos'ta, yani Sisam adasında yaşamıştır."Masalcı bir köle" olarak... Belki de "masalcılığı", kölelikte "sivrilmek" ve bir noktaya ulaşmak için başka bir yol bulamamaktan ötürü seçmişti. Değerlendirme yanlış değilse, bu masalcı köleden sonra nice yüzyıllar geçecek, masalları o ülkeden o ülkeye yayılacak ve bir zaman gelecek, Araplarda "Peygamberim!" diye biri (Muhammed) ortaya çıkacak, onun masallarındaki "hikmet"lerden yararlanacak. Sonra da bir kesimini, "Tanrı tarafından, 'gaip'ten bildirilen Lokman'ın hikmetleri" diye sunacak kendi inanırlarına.

Başta Muhammed'in genç ve yakın dostlarından İbn Abbas (ö. Hicri 68/Miladi 687) olmak üzere, ünlü Kur'an yorumcularına göre de, Kur'an da. kendisine "hikmet verildiği" anlatılan "Lokman" (belki de Yunanlı masalcı Aisopos) bir "köle"ydi. Yo- rumlarındaki anlatımla: "Kapkara, iki kalın dudaklı, ayrık bacaklı bir köle"...Sonra "azad edilmişti". "Hikmet"leri yanında meslek de edinmişti ayrıca: Kimine göre çobanlık, kimine göre "dülgerlik", kimine göreyse "terzilik".Kimi onun "Mısırlı" olduğunu ileri sürer. Eğer o Yunanlı "masalcı Aisopos"sa, kimi Kur'an yorumcusunun ileri sürdüğü bu sav, yani "Mısırlı" olduğuna ilişkin görüş, Aisopos'un, Firavun Amasis döneminde, efendisiyle birlikte Mısır'a gitmiş olmasından kaynaklanan bir düşünce olabilir. Masalcı köle, orada bir süre kalmış olabilir ve orada da masallarını sergilemesinden dolayı, böyle bir sanı doğmuş olabileceği düşünülebilir. Onun başka yerli olduğunu söyleyen Müslüman yazarlar da var: Kimilerine göre o, Akabe Körfezi yakınında bulunan eski Eyle'de ve Medyen dolaylarında yaşamış, Eyle'de ölmüştür.

Kur'an ve hadis yorumcuları, söz konusu Lokman'ın, Tevrat'la genişçe sözü edilen Bâûra (Beor) oğlu Bel'am (Balam) olduğunu yansıtır nitelikte görüş belirtirler.Ancak; Tevrat'ın anlattıklarına bakılırsa, Beor oğlu Balam'ın "Mezopotamyalı", eski Babil'in Petor (Penthor) kentinden olduğunu düşünmek gerekiyor.

Müslüman yazar ve araştırıcıların, Lokman'ın kaynağını, Tevrat'ta aramalarım ve arayıp tararken de "Balam" üstüne anlatılanları gördüklerinde, "işte Kur'an'da anlatılan Lokman, budur!" demelerini doğal bulmalıyız. Çünkü, Muhammed'in şuradan buradan derleyip, Kur'an'a şu ya da bu biçimde aktardığı "masallardaki eksikleri, ancak bu tür çabalarla gidermeye çalışıyorlar. "Boşluk"ları doldurarak... Yahudi kaynakları; Kur'an ve hadis yorumcularının,Kur'an masallarında, ilk başvurma gereğini duydukları kaynaklar arasındadır.

Yorumcuların ileri sürdüğüne göre,Lokman,İsrailoğullarında da "kadılık" yapmıştır.Kimine göre, "peygamber"di. Ama çoğuna göre, yalnızca "hikmet"li bir kişiydi. Ve çok uzun "ömür"lü olmuştu. Bin yıl kadar...

Beyzâvî (? -1291?), "tefsir"inde şöyle der:
"Ayette sözü edilen Lokman, Bâûra'mn (Beor'un) oğludur. (Balam.) Azeroğul- larındandır. Eyyub Peygamber'in kızkardeşinin ya da halasının oğludur. Bin yıl yaşadı. Davud (Peygamber) dönemine ulaştı. Ondan 'ilim' aldı. Onun Peygamberliğinden önce, 'fetva' verirdi (Kadılık ederdi). İnceleyicilerin çoğuna göre o, yalnızca 'hakîm'di ('hikmet' sahibi, belki bir yönüyle de o döneme özgü doktor), 'Peygamber' değildi..."Tevrat'ın genişçe yer verdiği Beor oğlu Balam, Kur'an ve hadis yorumcularının ilgilerini çekecek niteliktedir. Bir kez; "Yehova" (Tanrı) ile konuşabilmekte.Bu nitelik ancak bir "peygamber"de bulunabilir. İkincisi, "olağanüstü" durumlar sergi- leyebilmekteydi.Peygamberlerin "mucize"leri türünden...

Onun bu "nitelik"lerinden ötürüdür ki, kimi hadisçi ve yorumcular, Peygamber olduğunu savunmaktalar. "Allah'ın Kuran'da 'hikmet verdiğini' bildirdiği Lokman budur..." diyerek...

Bununla birlikte "Lokman"ın üç temel niteliği üzerinde durulur özellikle:

Birincisi: "Çok uzun yaşamış"lar arasında bulunması. İkincisi: "Hikmet"li (derin düşünceleri, bu arada doktorluğu da olan) kişi oluşu.

Üçüncüsü: "Kahraman" oluşu.

Arapların kendi efsanelerinde de, bu üç niteliği kendinde toplayan bir "Lokman" bulunduğunu görmekteyiz: Eski "Âd toplumu"ndan: İrem (Aram) oğlu Ös (Uts) oğlu Âd oğlu Lokman.

Yedi Kartallı Lokman

Birinci nitelik vardı bu Lokman'da. Çünkü, "çok yaşamıştı":

Kur'an yorumlarına ("tefsir"lere) ve hadis kitaplarına da geçen bir "öykü"ye göre;

Âd toplumu, "günah"ı yüzünden "kuraklığa", dolayısıyla da "kıtlığa" uğratılır. Toplumun ileri gelenleri bir araya gelip ne yapmaları gerektiğini görüşürler. Aralarından bir kurul seçerler: "Mekke'ye gidip, yağmur için Tanrı'ya dua etme" görevini verirler seçilenlere. Bunlar arasında Âd oğlu Lokman da bulunur. Öykünün, bizi burada ilgilendirmeyen bölümünü geçelim. Olan olur ve Âd toplumu "yağmur bulutu" isterken, "felaket bulutu"yla yok edilir.

"Yağmur duası" için Mekke'ye gitmiş olan kurul üyelerine gelince: Bunlardan üçünün kendileri için "dilek"leri olur. Ve dilekler yerine getirilir, işte bu "dilek"ler içinde Âd oğlu Lokman'ın da dileği var: Uzun ömür.

Kendisine denir ki, "Sonsuz yaşamak mümkün değil. Ama dilersen çok yaşayabilirsin. İstersen falanca dağda bulunup kızıl koyunun tezeği kalasıya yaşa, ya da yedi kartal yaşını seç, o kadar yaşa!" Lokman da, "yedi kartal ömrü"nü seçer.

Lokman'ın "yedi kartal"ından biri ölünce bir başkası belirirdi "yumurta"da. O da büyür, yaşar, ölür; sıra bir başkasına gelirdi. Her kartalın ömrü: "Seksen yıl." Öle öle, sıra "yedinci kartal"a gelmişti. Bu kartalın adı: "Lubed." Bu da yaşadı seksen yıl, sonunda bu da öldü. Hemen ardından da Âd oğlu Lokman can verdi.

"Öykü" böyle...

"Efsane"nin önemi, İslam öncesi Araplarda yaygın olması. Şairlerinin, örneğin E'n-Nabigatu'z-Zubyani (ö. 604) adlı şairin şiirlerinde de yer almıştır bir bölümüyle.

Bu şiirlerde, Lokman'ın sonuncu kartalı Lubed'in "kaçınılmaz ölümü"ne değinilir.256

"Lubed" sözcüğü, Kuran'da, Beled Suresi'nin 6. ayetinde de geçer. Bu sözcüğe, Kur'andaki ''Garip'' sözcükleri toplayanlardan Ragib El İsrahani (ö.1108?) kitabında yer verirken, Lokman'ın bu adı taşıyan kartalına da değinir ve şöyle der:
"...Ve Lubed, (aynı zamanda) Lokman'ın kartallarının sonuncusudur."
Yazar burada, "falanca Lokman..." demiyor, yalnızca "Lokman..." diyor. "Yedi kartallı Lokman"ın, Kur'an'da hikmet verildiği" bildirilen ve "öğüt"lerinden söz edilen "Lokman" olduğunu anlatır gibi.

Ad oğlu Lokman'da ikinci nitelik de var. Yani "hikmetli kişi" olarak da nitelenir. Bu niteliğiyle, eski Arap "atasözleri"ne de geçmiştir. "Deyim"lerine de... Çok "hikmetli", bilgili ve akıllı birinden mi söz edilmek isteniyor? Ve abartma yoluna mı gidiliyor? "Bu adam, Lokman'dan da hikmetli!" denirdi Araplarda.?58 Ve buradaki "Lokman"la da Ad oğlu Lokman anlatılmak istenirdi.

Ad oğlu Lokman'ın, "Tanrı katı"nda da çok "önemli bir kişi" olduğunu düşünmek gerekiyor. Yoksa, Tanrı çok uzun ömür vererek "ayrıcalıklı" kılar mıydı onu?!

Buna ilişkin "efsane", Arapların bu Lokman'a çok önemli bir kişi gözüyle baktıklarını anlatır. "Peygamber" olarak bile düşünülmüş olabilir kimilerince. En azından "dilekleri yerine getirilen bir Tanrı dostu" ("veli") diye yer almıştır düşüncelerde.

Eski "atasözleri"ni ve "deyimler"i derleyen eski kaynaklarda, Lokman'ın kendi "özdeyiş"lerine de rastlanmakta.Bunlar arasında çok ilginç bir "deyiş"ine yer verildiği görülmekte:

"Tanıdık'[...]' budur işte!"

Bu "özdeyiş"i, Arapçasından çevirdim. Burada geçen bir sözcük ([...]), "ayıp" sayılabilir ve "kullanılmaması gerektiği" düşünülebilir. Ben öyle düşünmüyorum. Arapçasının "Türkçe karşılığı"nı aynen koymakta sakınca görmedim. Arapçası: "Hirr." Buna Arapça "ferç" de denir.

Âd oğlu Lokman'ın, bunu neden söylediği de anlatılır kaynaklarda. Ebu'1-Fadl Ahmed İbn Muhammed El Meydanı (ö. Hicri 518/Miladi 1124), Mecmau'l-Emsâl (Derlenmiş Atasözleri) adlı kitabında şunları yazıyor: (Arapçasından aynen çeviriyorum):
"Bu sözü ilk söyleyen, îrem oğlu Us oğlu Âd oğlu Lokman'dır. Söylemesine şu olay neden olmuştur: 
"Lokman'ın kız kardeşi, 'zayıf (yani pek zeki ve akıllı olmayan) bir adamla evliydi.Kadın,kardeşi Lokman gibi akıllı ve dehâ sahibi bir oğlu olmasını istiyordu.Bunu sağlamak için kardeşinin (Lokman'ın) karısına varıp şöyle dedi: 
( 'Benim kocam zayıf bir adam. Ondan, daha da zayıf bir oğlum olur diye kaygılanıyorum. Kardeşimi (kocanı) bu akşam bana ödünç olarak ver de benimle yatsın (ondan gebe kalayım)!' dedi. O kadın da kabul etti. Bunun üzerine Lokman, sarhoş olarak gelip kız kardeşinin koynuna girdi. Tutup onunla birleşti. Ve kız kardeşi, Lokman'dan, Lukaym'e ('Lukaym'=Lokmancık adı verilen çocuğa) gebe kaldı, ikinci gece olup da, Lokman, kendi karısının yatağına girince, ([...] görür görmez); 'tanıdık [....] budur işte!' dedi.

El Meydanî, olayı anlatan bir de altı dizeli şiir aktarıyor.

"Eğer Kuran'da, Tanrı'nın överek sözünü ettiği Lokman buysa, Ulu Tanrı ne biçim adamı övüyor öyle?! Kız kardeşiyle yatıp onu gebe bırakan bir adam övülür mü hiç?!"

Bu Lokman'ı, Arap mitolojisinde çokça sözü edilen "kahraman"lar arasında da görmekteyiz.Demek ki, üçüncü temel nitelik de var.

Böyle olunca; Kur'an'da, kendisinden övgüyle söz edilen ve kimi "hikmet"lerine yer verilen "Lokman"ın, bu Lokman olma olasılığı da az değil.

Belki de "Asurlu" Ahikâr, Yunanlı "masalcı" Aisopos (Ezop) ve bu Lokman, aynı kişiydi."Masal"ları her yana yayılmış ya da adına "masal"lar uydurulmuş bir mitolojik kişi...

"Muhammed'in yanında, Lokman'ın olduğuna inanılan özdeyiş ve masallardan derlenme bir kitap var mıydı acaba?"

Böyle bir soru akla gelebilir. Yanıtlamaya çalışayım:

Şunu bilebiliyoruz: Muhammed'in "Peygamberlik" savıyla ortaya atıldığı dönemde, böyle bir kitap vardı. İşte bir kanıtı:

Ünlü İbn Hişam (ö. Hicri 218/ Miladi 833), doğuda ve batıda önemli kaynak kitap sayılan Es-Siretu 'n-Nebeviyye adlı kitabında, konumuz yönünden son derece ilgi çekici bir karşılaşmaya yer verir: Muhammed'le Samit oğlu Süveyd'in karşılaşması.

Kitapta, Süveyd, aynen şöyle tanıtılıyor:
"Toplumu (kabilesi) onu, 'kâmil' (olgun insan) diye nitelerdi. Sağlamlığı, şiirleri, onuru ve soyu nedeniyle..."  
 Muhammed, işte bu adamın ününü işitince onunla tanışma yoluna gider. İslama "çağırır" (!) onu. O sırada aralarında karşılıklı bir konuşma olur.

Arapçasından olduğu gibi çeviriyorum:
Süveyd: "Bendekinin bir benzeri sende de var herhalde!"Muhammed: "Nedir sende olan?"Süveyd: "Lokman'ın 'mecelle'si. Yani Lokman'ın 'hikmet'i(ni içeren kitap)."Muhammed: "Sunsana bana!"Süveyd, o sözünü ettiği 'mecelle'yi 'peygambere sunar. Sonra:

Muhammed: "Gerçekten güzel sözler bunlar. Ne var ki, bende bulunan; bun­lardan daha üstün; Kur'arı. Allah, onu indirdi bana. O, doğruluk kaynağıdır,ışıktır.''

Sonra Muhammed, "Tanrı'dan indiğini" ileri sürdüğü Kur'arı'dan "ayetler okumuş ve Süveyd'i İslam'a çağırmış. Dinledikten sonra Süveyd'in karşılığı da şu olmuş:
"Gerçekten güzel sözler!
Süveyd, "Kur'an ayetleri" için söylemiş bunu. Sonra dönüp Medine'ye gitmiş. Orada bir süre kaldıktan sonra da Hazrecliler tarafından öldürülmüş. Süveyd'in toplumundan kimi kişiler şöyle demişler: "Biz öyle görüyoruz (sanıyoruz) ki; o, Müs­lim olarak öldürüldü."

Bu son sözü "kimler"in söylediği, "rivayet"in kimlerden aktarıldığı belli değil. Uydurma da olabilir. Değilse, yalnızca bir "tahmin"dir. Kaldı ki, "Müslim" sözcüğüyle "Hanif'lerin "Müslim"i anlatılmak istenmiştir diye düşünebiliriz. Yani Süveyd'in, Muhammed'in "Müslüman'larından olduğu anlatılmak istenmemiştir. Şunu da düşünmek gerek: Süveyd, gerçekten "Müslüman" olsaydı, Muhammed'den Kur'an dinlediği zaman Müslümanlığını belirtirdi. "Gerçekten güzel sözler!" diyerek, nezaketen de söylenebilecek sözlerle yetinmezdi. Belki de işittiklerini gerçekten beğenmişti. İlgi duyduğu ve eskilerden derlenme "hikmet"ler içerdiği için... Buysa Müslüman olmasına yetmez.

Konunun bu yanı o denli önemli değil. Önemli olan, Muhammed'in ortaya atıl­dığı sıralarda "Lokman'ın mecellesi", bir kitap ya da kitapçığın bulunması. Bir de bunun, Muhammed'e sunulmuş olması.

Muhammed'in kendisinin bundan ya da bu tür "mecelle"lerden edinip edinmediğine gelince:

Muhammed'le aynı konulara ilgi duyan kimselerin bildiklerini, bulduklarını onun bilememiş, bulamamış olmasını düşünmek kolay değildir. "Lokman'm hikmetleri" türünden konular, Muhammed'in ilgiyle yöneldiği konulardı. Seçtiği meslekte geçerliydi bunlar. Bir insan düşünün: Şairdir. Bu insan, beğenilen şiirleri bilmesin ya da bilme çabasını göstermesin; düşünülebilir mi? Bir büyücü, bir üfürükçü; büyü ve üfürük için önemli gereçleri, yol ve yöntemleri hiç bilemesin, öğrenmek için de çaba göstermesin; kim düşünebilir böyle bir şey? Muhammed'in de "hikmet mecelleleri"* peşine düşmemiş olmasını akıl kabul etmez.

O, bu türden konulara, çok ve ilgiyle kulak vermiştir. Kuşku yok bunda. Yine kuşku yok ki, "dinlemek"le de yetinmemiştir, bu türden konuları içine alan kitapları, kitapçıkları arayıp bulma çabasını göstermiştir. Bir şey "yitirmiş" olan kimsenin "yitiğini arar gibi" aramıştır "hikmet" içeren "mecelle"leri. Nicelerini bulmuştur. En azından çok ünlü ve önemlilerini bulmuştur. Bu arada, "Lokman"ın olduğu söylenenleri de ele geçirmiştir.İleride de üzerinde durulacağı gibi, bu tür şeyleri bilen ve okuyabilen "köle"ler vardı, Muhammed'in dönemindeki Mekke'de ve çevresinde. Muhammed okuma yazma bilmediği dönemlerinde, şu ya da bu yoldan ele geçirdiklerini bu kölelere okutma olanağına sahipti. Okutmuş, dinlemiştir. Zamanla kendisinin de okuma yazma öğrendiği düşünülebilir. Bunu gösteren belgeler de var.Öğrenemese de çok büyük sorun olmamıştır. O dönemin Araplarındaki "ezberleme" alışkanlığı, çok şeyi çözümlemiştir. Çünkü kuşkusuz aynı alışkanlık Muhammed'de de vardı.

Özet: Kur'an''ın' "öğretir" göründüğü "hikmetler", birtakım derlemelerden oluşmakta. Bunlar içinde, "eskilerin masalları"nın ve "derin anlamlı" diye düşünülen "deyişlerin, "deyim"lerin çok önemli bir ağırlığı var. Kimileri biliniyor: Falanca masalcının derlemelerinden, filanca mitoloji kahramanının olduğu söylenenlerden yansıyanlar gibi... Kimilerinin de hangi çevrelerden, hangi toplumlardan aşırılmış oldukları az çok belli olsa da, hangi "kişi"lerin yapıtlarından aşırıldıkları pek belli değil.

"Eskilerin masalları" ve "özdeyişler", "din"lerde "farklılık"lara da uğratılmışlardır. Hem biçim, hem de anlam yönünden. "Masal" ve "deyiş"lerdeki "yalınlıklar kaldırılmış, "iman" katılmış ve "din"lerdeki inançlar doğrultusunda "boyutlandırılmışlar"dır bunlar.

Kaynak:Turan Dursun ''Kutsal Kitapların Kaynakları I-II-III''