Rahme Asılıp Tutunan ''Alak''

Mucize İddiası: 
13- Sonra onu dayanıklı bir karar yerinde bir damlacık haline getirdik.
14- Sonra o damlacığı asılıp tutunan birşeye dönüştürdük...
23- Müminun Suresi 13-14  
Ayetin çevirisinde "asılıp tutunan şey" olarak çevirdiğimiz kelimenin Arapçası "alak"tır. Bu kelimenin Arapça’daki temel anlamı "asılı duran, tutunan madde"dir. Bu yüzden ayeti bu temel anlamıyla çevirmek en doğru çeviridir.  
Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde embriyoloji bir bilim dalı olarak ele alınmıyordu. Bu yüzden embriyolojiyle ilgili terminoloji de yoktu. Kuran, indiği dönemdeki insanların kullandığı kelimelerden, embriyonun durumunu en iyi tarif edenlerle embriyonun aşamalarını açıklar. Rahime atılan küçük bir damlacık olan zigot, rahim duvarına "asılıp tutunmaktadır". İşte Kuran, bu "asılıp tutunma" olayını açıklayarak indiği dönemde bilinmeyen, yaratılışımızda geçirdiğimiz bir aşamayı açıklamaktadır. Bu yüzden "alaka" kelimesini temel anlamının dışında "embriyo" şeklinde tercüme etmek, hem tercümenin yeterince aslına uygun olmaması, hem de ayetin esprisini ortaya koyamaması açısından uygun değildir. Peygamberimiz’in yaşadığı dönemde embriyolojik terminoloji olmadığından, embriyo için özel bir kelime kullanılmış gibi yapılan tercüme doğru olmayacaktır. Kan pıhtısı diye ayeti tercüme etmek de kelimenin temel anlamına ve ayetin işaretine terstir. Kan pıhtısının yapışkan yapısından dolayı ayetin tercümesine yakıştırıldığına, hatta sözlüklere bu mananın yan bir anlam gibi bile eklendiğine tanık olabilirsiniz. Bunun sebebi ayetin anlamını kavrayamayanların kendi yakıştırmalarını tercümeye sokmalarıdır. Kuran’ın inişinden yüzlerce yıl sonra bile anne rahminde "asılıp tutunan" bir aşama geçirdiğimiz bilinmediği için, "alaka" kelimesi, bu temel anlamı dışında anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Fakat gelişen embriyoloji bilimi gerçekten de "alaka"nın temel anlamıyla ifade ettiği gibi annelerimizin rahminde bir aşama geçirdiğimizi ortaya koydu…

Reddiyem: 

“Alak” kelimesinin anlamlarına ilişkin, Elmalılı Hamdi Yazır şunları yazmakta: 
Alak, aleka'nın çoğulu olarak sayılmıştır. Beydâvî demiş ki: "İnsan" kelimesi, çoğul mânâsında olduğu için çoğul yapılmıştır. "Kamus" ve şerhlerinden anlaşıldığına göre aslında lügatta alek maddesi, yapışıp ilişmek mânâsına vaaz edilmiştir. Ve mutlak şekilde ilişken ve yapışkan nesneye de denir. Bundan her türlü kana ve kırmızı kana ve özellikle uyuşuk kana alek denilmiş. Kandan bir kısım olması itibariyle veya doğrudan doğruya ilişiklik mânâsı ile rahimdeki tutuğa da aleka denilmiştir. Yapışkanlığından dolayı sülük ve kuyu makarasına ve ipine ve makarasının iliştirilip ipi geçirilen takıntısına ve işlek yola da alek denilir . Bütün bunlar maddî mânâdır. Bunlardan başka alek, ruhanî ve manevî olarak "alaka" gibi aşk ve sevgi mânâsına geldiği de lügatta açıklanmıştır.(131) 
Gördülüğü gibi bu kelimenin temel manası “yapışıp ilişen” demek olup, yapışma özelliği gösteren her maddeye denilebilmekte. Belki de ayette kastedilen Allah’ın insanı “sevgi”den yaratmasıdır? Ayeti buna yormak ne kadar saçmaysa, “zigot”a yormak da o kadar saçmadır. Temel manası kan pıhtısıdır, birinci anlamı budur, diğerleri anlamları kanın yapışık olmasından gelir.

Bu kelime 1400 yıl ''kan pıhtısı'' olarak çevrildi fakat bilim zigotu keşfedince mucizeciler tarafından kelimenin anlamı değiştirilerek meallerde ''embriyo” ya da “zigot'' olarak yerini aldı. 

Ayetin bu ifadesi tamamen gözlemlere dayalı…İnanış kadınların hamileyken adet görmemeleri nedeniyle ortaya çıkmıştır.Buna göre erkek kadına spermlerini verdiği zaman kadının regl kanları rahimde toplanır ve pıhtılaşır,ete ve en sonunda insana dönüşür.Yani bütün mesele kadın hamileyken regl(adet) kanlarının akmamasıdır. Eskiler de buna göre bir inanış oluşturmuşlar, ''hamilelik sırasında kan akmıyorsa, kadın regl olmuyorsa demekki kan insana dönüşüyor'' diye düşünmüşler. Ayette bu inanışı tam da çok güzel bir şekilde anlatan bir kelime yani ''alak'' kelimesi kullanılmıştır. Alak; yani kadının rahminde toplanıp, pıhtılaşarak rahme yapışan ve sonrasında ete ve insana dönüşen kan.

Ayrıca şu hadiste de kan pıhtısı olarak kullanılır ilgili kelime:
Ebû Hureyre başkasının soramayacağı şeyleri Rasûlullah’a (s.a.s.) sormakta cesaretli birisiydi. Bir keresinde “Yâ Rasûlellah, nübüvvetle alâkalı olarak gördüğün ilk şey nedir?” diye sordu. Rasûlullah oturdu ve “Sen öyle bir soru sordun ki” dedi ( sanki onun cesaretini te’yid ediyordu). “Ey Ebâ Hureyre” dedi “Ben on yaşından bir kaç ay almışken sahrada bulunuyordum. Başımın üzerinde bir adamın diğerine “Bu o mu?” dediğini duydum. Sonra daha önce hiç kimsede görmediğim yüzler, daha önce hiç duymadığım kokular ve hiç kimsede görmediğim giysilerle bana doğru geldiler. Pazularımdan tuttular (öyle ki) hiçbirinin dokunuşunu hissetmedim. Sonra onlardan biri arkadaşına “Onu yanı üzerine yatır.” dedi. Çekmeden ve zorlamadan beni yan yatırdılar. Yine arkadaşına “Göğsünü yar” dedi. O da göğsüme doğru eğildi ve onu yardı. Görebildiğim kadarıyla bu yarma kansız ve acısız oldu. Sonra ona “Kin ve hasedi çıkar” dedi. O da kan pıhtısı/aleka şeklinde bir şey çıkartıp attı. Daha sonra ona “Şefkat ve merhameti yerleştir” dedi. Çıkardığı şey gümüşe benziyordu. Sonra sağ ayağımın başparmağını sallayıp “Salim olarak kalk.” dedi. Artık onunla küçüklere karşı şefkatli, büyüklere karşı merhametli olarak koşuyorum.  (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 556–7)

O halde burada Muhammed'in kalbinden "zigot" ya da "embriyo" mu sökülüp atılmıştır? Arkadaşlar, çok saçma durumlara düşüyorsunuz Kur'an'ı bilime uyduracağız diye.  Hadisleri reddedenler için de şunu söyleyeyim; bu hadis uydurma olsa bile sorun değildir. Zira hadis uydurma olsaydı dahi embriyonun keşfinden yüzyıllarca önce uydurulmuştur. Yani kelime bu anlama gelir, burada da bu anlamda kullanılmıştır. Eğer embriyo derseniz, Muhammed'in kalbinden atılan şey nedir? Böyle zorlama yorumlara gerek yoktur, eğer Allah embriyo demek isteseydi bunu direk olarak söyleyebilirdi.

Eski Mısır, Yunan, Hint insanlarının da söyledikleri yanlış bilgilerdendir. Bu konuyla ilgili olarak Sol Haber şunları yazmıştır: 
İnsanın kan pıhtısından meydana gelmediğinin ispatlanmasıyla beraber Kuran'da birinci anlamı 'kan pıhtısı' olan 'alak' kelimesi üçüncü anlamıyla yani 'asılmış olan' şeklinde çevrilerek Kuran'ın embriyoyu betimlediği iddia ediliyor. İnsanların kan pıhtısından meydana geldiği ise Kuran'dan çok daha önce Eski Mısır uygarlığında iddia ediliyordu. Mısırlı biliminsanları, eski Mısır'da, kadınların hamilelik döneminde adet olmamasından yola çıkılarak, kanın rahimde biriktiğine ve insanın da bu kan pıhtısından meydana geldiğine inanıldığını belirtiyorlar.(132) 
Evet, tamamen gözleme dayalı yanlış bir bilgi. Sol Haber’in de belirttiği gibi, kadınlar hamilelik dönemide “adet(regl)” olmazlar ve çocuk doğar. İşte eskiler bundan dolayı kanın rahimde pıhtılaşıp önce et vb. aşamalarından geçerek, çocuğa dönüştüğüne inanmışlar. Kur’an bu yanlış inanışı tekrarlamaktan başka bir şey yapmamış. 

Üstelik düşüklere bakılınca bu daha iyi gözlemlenir, tamamen kan pıhtısına yani donmuş kana benzerler. Hamilelik boyunca regl olmayan kadın düşük yapmadan önce çocuğun düşeceğine dair belirtiler olarak ve düşükler sırasında kanamalar geçirir. Bunu da kanın tutmaması olarak yorumlamışlardır, kan tam olarak pıhtılaşamamış, rahme yapışıp tutunamamış ve kanamalarla beraber çocuk düşmüştür. Birkaç düşük resmine bakalım, daha iyi anlayacağız:   


                               

Bu fetus 14 haftalık ve yine belli belirsiz bir şekil almış, bir de hiç şekil almadan düşenler var.Donmuş yani pıhtılaşmış kana ne kadar da çok benziyor değil mi? Hamilelik süresi boyunca kadın regl olmuyor ve düşükler de böyle kan pıhtısına benziyor. Tüm bunlar ortadayken, insanın “alak”dan yaratıldığının söylenmesinin neresi bilimsel, neresi mucize? Bir de şu resimlere bakalım:




Fazla söze gerek var mı? Tüm bunlar açıkça göstermektedir ki, mucizecilerin bu iddiaları da asılsızdır.Kur’an tam da bu gözlemler doğrultusunda açıklama getirmiştir insanın oluşumuna. Ki bu açıklamalar da daha önce de dediğim gibi eskiden beri var olan açıklamalardır, Kur’an yazarlarının kendi fikri değildir. Bi bunu düşünün bir de tamamen oluşmuş, ete kemiğe bürünmüş bir insanı… Eskiler elbette insanın kandan aşama aşama yaratıldığını söylecektir. Erkek kadının rahmine menisini boşaltır ve bu meni regl kanlarını pıhtılaştırır ve et, kemik derken, en sonunda insan oluşmuştur.

Şimdi eskilerden bir örnek daha verelim, Hint metinlerinde şunlar yer alır: 
Ayurvedik metinlerde, metabolik fonksiyonlarla ilgili ayrıntılı bilgiye rastlanmaktadır. Vücut ısısının yiyeceklere bağlı olduğu ifade edilmektedir. Besin alındıktan sonra, küçük parçalara ayrılır, sıvı haline gelir. Mukoz bu sıvıya dönüşür. Midede asit yapısı kazanan besin safranın karışımı ile besleyici sıvı, “rasa(kan)” olur. Kan daha sonra ete, yağa, kemiğe, kemik iliğine ve semene dönüşür(dhatrus).(133) 
Altını çizdiğim cümleye dikkat ederseniz Hint metinleri de –Kur’an gibi- insanın kandan oluştuğunu söylüyor. Et, kemik, yağ hatta meni bile kandan oluşuyormuş, bu metinler Kur’an’dan çok daha eskidir. O halde Hintlilere göre de insan “alak”dan oluşuyor, bu mucize(!) değil de nedir? O halde “alak” düşüncesi için ilk etapta şu gözlemler yetiyor: 
• Hamile iken kadınların regl olmamaları nedeniyle, “kadınlar hamileyken regl olmuyorlarsa, regl kanları rahme yapışıp, pıhtılaşıp, insana dönüşüyordur” düşüncesi.
• Hamileliğin erken dönemlerinde oluşan düşüklerin pıhtılaşıp şekillenmiş kana benzemesi nedeniyle bu düşüncenin teyit edilmesi. 
Eski Yunan'da da başta Galen olmak üzere, insanın oluşumunu Kur'an'a çok benzer düşüncelerle anlatanlar vardı:

Bu İnanışın Arabistan'a Girişi:

Bu inanış Arabistan'da büyük ihtimalle Hipokrat,Galen ve Aristo'nun eserlerinin Arapça'ya çevrilmesiyle yayılmıştır, tabi burada Eski Yunan'ı inceliyoruz, yine Araplarla iç içe toplumlardan biri olan Hintlilerde de bu şekilde düşünceler olduğunu yukarıda gösterdim. 

Hamilelerin düşüklerini incelemişler, hamile hayvanları inceleyip üzerlerinde deneyler yapmışlardır.Ve bunun sonucunda insanın oluşumunu ''sperm,kan pıhtısı,et ve pıhtının son şekli insanın'' olarak dörde ayırmışlardır.Biraz sonra vereceğim linkte detaylarını görebileceksiniz.

Düşük: Gebeliğin ilk altı ayı içerisinde ceninin rahimden düşmesidir. Cenin yaşantısını sürdüremediği bir dönemde gebelik halinin kaybı, cenin düşmesine yol açar.

Vereceğim linkte şunlar da yazılı;

Hipokrat, Galen ve Aristo'nun çalışmaları Muhammed'in doğumundan bir önceki yüzyılda Süryanice'ye(Suriye Dili) çevrilmiştir.

Bu çeviriler korundu ve halka öğretildi,günümüzde İran'da olan Cundişapur'da yeni bir okul kuruldu.

Harith ibn Kalada Cundişapur okulundan mezun olan en ünlü ve en eski doktorlardan biridir ve Muhammed'in arkadaşıydı.

Bunlarla ilgili daha fazla bilgiyi kaynaktan edinebilirsiniz,benim harfi harfine çevirecek zamanım yok;

Cundişapur okuluyla ilgili bilgileri aşağıda vereceğim linklerden edinebilirsiniz. Cundişapur örneği bize açıkça gösteriyor ki, Arabistan farklı ülkelerle devamlı ilişki içerisindeydi, yoğun bilgi alışverişleri yapılıyordu. Arabistan mucizecilerin iddia ettiği gibi hiçbir şeyin bilinmediği bir yer değildi.Aksine Hindistan, Yunanistan, İran gibi ülkelerin insanlarıyla ilişki içerisindeydiler. İşin içine birde Arabistan'a sürgün edilmiş ya da Arabistan'da satılmış bilgili köleler girince Arap dünyası bilimsel ve inançsal olarak bu toplumlardan etkilendi.Şu linklere bakabilirsiniz;

Bu Eski Yunan'la ilgili alıntıladıklarımı çok geniş bir şekilde şu çevirimizde bulabilirsiniz, mutlaka okuyunuz:


Bunlar dışında kadınlar üzerinde yapılan cerrahi müdahaleler ve diseksiyonlar da var, örneğin M.Ö 200 yılında yaşamış olan Yunanlı Herophilus, insan vücudunda diseksiyon yapmış, hayvan vücuduyla insan vücudunu karşılaştırmıştır.(134) Eskilerde bu türden çok uygulama vardı, aynı tür uygulamların hamile kadınlara da yapıldığı şüphesiz. Hamile kadınlara yapılan bu uygulamalar nedeniyle, çocuk düşmese bile anne karnında gözlemlenmiştir. Hatta işkence yapmak amacıyla hayatta olan hamile kadınların karınları yarılıp çocukları çıkarılmıştır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Dolayısıyla anne karnındaki ceninin durumunu görebilmek için bugünkü teknolojik aletlere gerek yoktur, vahşi yöntemlerle bile görülebiliyor bunlar. Ve ceninlerin erken dönemlerde hep kan pıhtısına benzer olduğunu görmüşler ve hamile kadınların regl olmamaları nedeniyle kurulan “alak” mantığı, defalarca teyit edilmiştir. Bu da yanlış bir sanıya götürmüştür insanları. Hatta sezaryen ameliyatlar bile yapılmıştır hamileyken ölen kadınlara: 
Hippokrat, Galen gibi hekimlerin zamânında sezaryenden söz edilmediği görülüyor. Eski çağlarda Mısırlıların ve Romalıların sezaryene başvurdukları târihi vesikalardan anlaşılmaktadır. M.Ö. 800 yılında çıkarılan bir Roma kânununda gebeliğin son haftalarında ölen kadınlarda çocuğu kurtarmak amacı ile sezaryen benzeri bir ameliyatın uygulanması emredilmiştir. (135)
Tüm bunlar ortadayken mucize bir yana, “alak” mantığı kaçınılmaz olarak kuruluyor eskiler tarafından aslında. Ortada bunu destekleyen bu kadar çok olgu varken, “alak”tan başka bir mantık kurmak çok zor. Kur’an da kendinden daha eskilerce kurulmuş olan bu yanlış mantığı kabullenmiştir.

Son bir hadisle bitireyim;
İbnu Mes'ud (R.a) anlatıyor: "Sâdık ve Masdûk olan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 
"Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle "alaka" olur. Sonra bu kadar müddette "mudga" olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağını yazar, sonra ona ruh üflenir. Kendinden başka ilah olmayan zâta yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir zirâlık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir ziralık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer." 
Buhari, Kader 1, Bed'ü'l-Halk 6, Enbiya 1, Tevhid 28; Müslim, Kader 1, (2643); Ebu Davud, Sünnet 17, (4708); Tirmizi, Kader 4, (2138). 
Rezin şu ziyadede bulundu: "(Resûlullah) şunu da buyurdular: "Nutfe düştü mü, kırk gün rahimde uçar. Sonra kırk günde alaka olur. Sonra kırkgünde mudga olur. Bir nefis olarak yaratılma safhasına gelince, Allah onu tasfir edecek (şekillendirecek) bir melek gönderir. Melek iki parmağının arasında toprak olduğu halde gelir. Onu mudgaya karıştırır. Sonra onu yoğurur, sonra da emredildiği üzere onu tasvir eder."
Zaten bu durum hadislerden de belli olmaktadır.Görüldüğü gibi Muhammed ''nutfe yani spermin kırk gün boyunca rahimde uçtuğunu'' söylemektedir.Yani buna bile tanrısal bir anlam yüklemiştir. Muhammed'e göre sperm kanla karışıp kanı pıhtılaştırarak rahime yapışmasını sağlıyordu.Sonra o kan pıhtılaşarak sertleşiyor ve en sonunda ete dönüşüyordu.Bu hadis bize bunu çok net bir şekilde göstermektedir.Bunun için de en uygun kelime olan ''alak'' kelimesi kullanılmıştır.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

131Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Alak Suresi, 2. Ayetin Tefsiri.
132Sol Haber Portalı, “Kur’an’dan Bilim Türetmek…” başlıklı yazı.
133Esin Kahya ve Murat Öner, Biyoloji Tarihi(İlk Uygarlıklardan On Dokuzuncu Yüzyıla), s.25.
134Esin Kahya ve Murat Öner, Biyoloji Tarihi(İlk Uygarlıklardan On Dokuzuncu Yüzyıla), s.107,108.
135Yeni Rehber Ansiklopedisi, Sezaryen Maddesi.