İslam Öncesi Putperestlik



CAHİLİYE DÖNEMİNDE DİN

İslam'dan önceki Arapların dinleri hakkındaki bilgiler, esas itibariyle Kuzey ve Güney Arabistan kitabeleri ile arkeolojik verilere dayanmaktadır. Ancak bu belgelerde yer alan malzemeler; inanç esasları, ibadet ve dua gibi temel dinî konularda izahlar getirmekten ziyade, Tanrı ve put adları konusunda bilgi vermektedirler. İslam öncesi Arapların dinleri hakkında, kitabeler ve arkeolojik eserlerin yanı sıra Asur, İbrani, Yunan ve Latin kaynakları ile İslam öncesi Arap toplumu hakkında doğrudan malumat sunan Cahiliye şiiri ve atasözlerinden de istifade etmek mümkündür. Bu çeşitli ve kısıtlı kaynaklar dışında, özellikle İslam'ın doğuşunun hemen öncesinde ve İslam'ın doğduğu ilk dönemdeki müşrik Arapların dinleri hakkında, Kurân-ı Kerim başta olmak üzere tefsir, hadis, siyer ve tarih sahasında yazılmış eserlerde de oldukça güvenilir ve ayrıntılı bilgilere rastlanmaktadır.[12]


Putperestlik

İslam'dan önceki Araplar arasında her ne kadar Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik, Sabiîlik ve Haniflik gibi farklı dinî inanışlara rastlansa da, en yaygın dinî inanç hiç şüphe yok ki, putperestliktir. Özellikle bedevilerin itikat esasını oluşturan bu inanç, Samilere has inanışın en eski ve iptidai şeklini temsil eder. Esasında putperestliğin Araplara girişinin sonradan gerçekleştiği, Arapların başlangıçta yaratıcının varlığını inkar etmedikleri, ancak zaman içinde heybetinden ürktükleri Tanrı'ya yalnızca aracılarla ulaşabileceklerini düşünerek putlar edindikleri, dolayısıyla putperestliğin Araplara girişinin yabancı kaynaklı olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Bu iddia, Mekke halkının esasında Hz. İbrahim'in Kâbe'yi inşa etmesiyle tevhid inancı ile tanıştığı; ancak İbrahim ve oğlu İsmail neslinin, zaman içinde ihtiyaçlarına cevap veremeyen Mekke şehrinden ayrılırken yanlarında Kâbe'den kopardıkları küçük taş parçalarını da götürdükleri ve gittikleri yerlerde kutsal kabul ettikleri bu taşlara tazim göstererek bu inançtan bir uzaklaşma yaşadıkları tezi üzerine dayandırılmıştır.

Cahiliye Arapları, her ne kadar esas itibariyle putlara tapsalar da, yaratıcı tanrıyı ifade etmek üzere “Allah” diye çağrılan üstün bir Tanrının varlığını da kabul ediyorlardı. Nitekim bölgede Hz. İbrahim peygamberin dini olan Hanifliği benimsemiş kimselerin bulunması, tevhid inancının Arap yarımadası için yabancı olmadığının delili kabul edilmiştir. Milattan sonraki yıllarda özellikle Güney Arabistan'da var olduğu bilinen ve muhtemelen ticaret yoluyla Mekke'ye de taşınmış olan bu inancın, Cahiliye şiirinde de yer alması dikkat çekicidir. Zira Cahiliye şiirinde geçen ve Allah'ı ifade etmek üzere kullanılan “rahman” kelimesinin Cahiliye döneminde çoğulunun bulunmaması, bu kelimenin bir tek tanrıyı ifade ettiği şeklinde yorumlanmıştır.

Kurân-ı Kerim'in de işaret ettiği üzere [s] Müşrik Araplar putlara, yalnızca kendilerini Allah'a yaklaştırmaları amacıyla tapıyorlardı. Öyle ki onlar, yeryüzünü sulayıp ekinleri yetiştiren, sürüleri çoğaltıp insanın emrine veren Allah'ın “her şeyin yaratıcısı”, “yeryüzünün Rabbi”, “göklerin ve yerin sahibi” olduğunu biliyorlar ve sıkıntılı zamanlarında O'na yalvarıyor, en büyük yeminlerini O'nun adına ediyorlardı. Hatta ürünlerinin bir kısmını dahi O'nun adına ayırıyorlardı. Tehlike anında dua ediyorlar; ancak tehlikeden kurtulunca O'nun varlığını unutuyorlardı. Putlara kurban kesiyorlar; ama aynı zamanda Allah'a ibadet ediyorlardı. Bütün bunlar, Cahiliye Araplarında Allah inancının oldukça muğlak olduğunu ve bir inanç bunalım ve kargaşasının yaşandığını göstermektedir. Her ne kadar bilinç düzeyinde aracı olarak görülseler de günlük yaşam içinde putlar hayatın bütün alanlarını kuşatmış ve hakim inanç alanı oluşturmuş durumdaydı.

Cahiliye Araplarının putlar için kullandığı en yaygın ve şümullü ifadeler, sanem ve vesen kelimeleriydi. “Heykel”in karşılığı olarak kullanılan sanem, “Allah'tan başka tapılan şey” anlamına gelmekteyken, “Dikili taş” anlamına gelen “Nasb”ın daha ziyade taştan yapılmış mabutlar için kullanıldığı sanılmaktadır.

Putperestliğin tabii sonucu olarak Cahiliye dönemi Arabistan'ında bir put veya tapınak edinmek oldukça önemliydi. Hemen her evde tapınılacak bir putun yer aldığı Cahiliye Arabistan'ında, ayrıca Kâbe veya tapınak önlerine de taş dikilirdi. İbadetlerin toplu olarak yapıldığı yerler, çok sayıda putun yer aldığı tapınaklar olup, ibadetler tavaf eder gibi taşın çevresini dolaşmak suretiyle gerçekleştirilirdi. Göçebelerin tapınak ihtiyacını karşılamak için de konaklanılan yerlerde kurulan çadırlardan biri tahsis edilirdi. Araplar nezdinde büyük saygınlığı olan bu tapınaklar çoğunlukla “beyt” adıyla anılsa da, küp şeklinde olanlarına “kâbe” denmekteydi. Yemen'in San'a bölgesindeki Riyam tapınağı, Cahiliye döneminin en tanınmış tapınakları arasında yer almaktaydı.

Cahiliye dönemi Arap inanışında ibadetlerin başlıca gayesi, dünyevi bir takım hedeflere ulaşmak olup, ibadet biçimi put evlerinde yapılan dua, secde ve tavafın yanı sıra kurban kesmek ve sadaka vermek şeklinde gerçekleştirilirdi. Genellikle sağlık, zenginlik, zafer ve evlat sahibi olma gibi isteklerin dile getirildiği duaların kabulü için, putlardan yardım ve şefaat talep edilirdi. Hayatın ana gayesini, dünya zevklerinden olabildiğince istifade etmek üzerine temellendirmiş olan Cahiliye inanışında ahiret inancı yer almasa da, bunun da Allah inancı gibi muğlak olduğunu görürüz. Zira ölünün yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaç maddeleriyle mezara konması, keza mezarın başına aç-susuz bırakılarak ölüme terk edilen ve ölüye mahşere giderken bineklik yapacağına inanılan bir hayvanın bırakılması, bilinçaltında ölüm sonrasında ikinci bir hayatın var olduğuna dair bir telakkinin yattığını gösterir.

Cahiliye dönemi Arap dini inanışının ana mahalli, hiç şüphe yok ki Kâbe ve çevresidir. Nitekim hac ibadetinin, Cahiliye döneminin en yaygın ve düzenli ibadet şekli olduğu bilinmektedir. Savaşın yasak olduğu ve kabileler arası çatışmanın sona erdirildiği hac mevsiminde, her kabile Kâbe'yi tavaf eder; tavaf sırasında kendi putları önüne geldiklerinde de saygıyla eğilip dua eder ve telbiye getirirlerdi. Günahlardan arınmayı sembolize etmek üzere tavaf, umumiyetle çıplak olarak gerçekleştirilirdi. Bir bayram coşkusu içinde algılanan haccın esasını tavaf teşkil etse de, hac ibadeti, Kâbe dışındaki putların yer aldığı bölgedeki diğer tapınakların da ziyaretini kapsardı. Tanrının varlığının izini taşıdığına inanılan ve bu nedenle kutsal sayılan tapınaklar dahilinde hiçbir canlı varlık yok edilemezdi. Bu bakımdan bu gibi mekanlar, kabile taassubunun hışmına uğramış ve can güvenliğinden endişe edenler için ideal bir sığınaktı. Söz konusu tapınaklardaki Tanrılara muhtelif armağanlar ve güzel kokular sunan, adaklar adayıp hayvanlar kurban eden Cahiliye Araplarının, Yahudi ve Hıristiyanlar gibi oruç tuttukları, keza çocuklarını sünnet ettirdikleri bilinmektedir. Gusül ve ölülerin yıkanıp kefenlenmesi gibi uygulamaların da var olduğu bilinse de, yaygınlık dereceleri hakkında net bir kanaat yoktur.

Önemli işlerinin halli konusunda putlardan yardım dileyen, onlar önünde çektikleri fal okları ile problemlerine çözüm arayan ve bütün bunları dinî bir vecibe haline getiren müşrik Araplar, kuşların uçuşuna, ya da hayvanların yönüne bakarak kehanette bulunurlar; nazardan korunmak için de muska ve tılsımlara başvururlardı. Eşyalarının yanı sıra çanak çömlekle gömülen ölüleri için de adakta bulunurlar; mezarlarına da heykel veya taşlar dikerlerdi.


Arap Müşriklerinin Taptıkları Putlar

Taşlara gösterilen bu tazimin tapınma şeklini alışı, Mekke ve Kâbe'nin Huzaa kabilesinin hakimiyeti altına girdiği miladi üçüncü asra tekabül etmektedir. Rivayete göre, bu kabilenin liderlerinden Amr b. Luhay, ticaret amacıyla gittiği Şam'dan aldığı Hübel adlı putu Mekke'ye getirerek Kâbe'nin avlusuna dikmiş ve halkı buna tapınmaya davet etmiştir. Yarımadaya bu şekilde giren putatapıcılık, zaman içinde yaygınlaşmış ve çok geçmeden de yarımada halkının hakim inancı haline gelmiştir. Kâbe'ye getirilen put sayısı zamanla büyük artış göstermiş; öyle ki her kabilenin, hatta her ailenin kendisine ait bir putu olmuştur. İslam'ın bölgede ortaya çıktığı dönemde Kâbe'deki put sayısının 360'a ulaştığı bilinmektedir. Bunlar içinde en meşhurları Hübel, İsaf ve Naile, Ved ve Hicaz'da “Allah'ın kızları” sayılan üç ilahe Lat, Menat ve Uzza'dır.[12]

Lât, Uzza ve Menat onların taptıkları putlardandı. Onun için bu putlarla, Abdullât, Abdul Uzza ve Abdul'l Menat diye isimler vermişlerdi. Hatta "Bismillâti ve'l- Uzza" sözünü yemin ifadesi olarak kullanırlardı. Ebu Ubeyde gibi bazı âlimler, bunların taştan putlar olup, Ka'be'nin içinde bulunduklarını söylemişlerse de, başka mekânlarda kurulan hususî puthanelerde de putların bulunduklarını gösteren nakillere rastlanmaktadır. Ka'be içinde Hübel gibi diğer putların bulunması sebebiyle, yukarıda isimleri sayılan putların husûsi hanelerde bulunan putlar olması gerekir. Lât için Tâif'te, Uzza için Nahle'de, Menat için Kudeyd'de birer mekânın olduğu nakledilmektedir.[13]


Lat

el-Lât yani Lât, İslam öncesi Arabistan'daki bereket tanrıçası. [14] İslam öncesi dönemde Mekke'nin üç baş tanrıçasındandır. Bu üç tanrıça Mekkelilerin inancına göre Tanrı'nın kızlarıydı. Petra'lı Nabatlılar tarafından da tapınılan Lat, Nabatlılarca Yunan Athena ve Roma'lı Minerva ile denk tutulmuştur. Wellhausen'e göre, onlar Lat'ın Hubal'ın annesi olduğuna inanıyorlardı.

Hişam bin el-Kalbi tarafından yazılmış Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre, İslam öncesi dönemde Araplar onun Kabe'de yaşadığına inanırlardı ve Kabe'de ona ait bir put bulunurdu.

Bu ilahın adı, İslam dışı ve dönemin insanlarının tapındıklarından olarak İslam'ın kutsal kitabı olan Kuran'da geçer. Necm Suresinde adı bir diğer Arap mitolojisi figürü Uzza ile birlikte anılır:

"Siz de gördünüz değil mi Lat ve Uzza'yı?"

Bir sonraki ayette de bir diğer Arap mitolojisi figürü Menat'ın adı anılır. Sıklıkla üçü bir tür tanrıça üçlemesi meydana getirdikleri şekilde ilgili yazınlarda yer bulmuşlardır.[14] Bu üçlemenin başı konumundaki Lat'a, Arap mitolojisinde sıklıkla, her şeye gücü yeten baş bir tanrının, el-Lah'ın kızı olarak tapınılmış olsa da, bazı bölgelerde baş tanrının bir tür eşi konumunda da tapınıldığı olmuştur.[15] Bununla birlikte genel kanı İslam öncesi Mekke'de, ayetlerde de adı geçen, üç tanrıçanın "Allah'ın kızları" olarak anılmış olduğudur [15] ki bu eylem Kuran'da yerilerek yer bulur.[16]

Arapların en eski mabutlarından olan ve güneşi temsil ettiğine inanılan bir tanrıça sayılan Lat, kalıntılarda bazen güneşin bir parçası, bazen çıplak bir kadın, bazen de bir at olarak tasvir edilmiştir.[12]

"Mu'cemu'l-Büldân"da anlatıldığına göre Lât, Tâif'te idi. Sakif kabilesi, beyaz bir taş üzerine onun beytini kurmuş, ve ona bakıcılar tayin etmişti. Başta Kureyş olmak üzere bütün Araplar ona hürmet ederlerdi. Bakıcıları da, Sakif kabilesindendi. Yeri, bugünkü Tâif Mescidi'nin sol minaresinin bulunduğu tarafta idi. Sakif'liler İslâm'ı kabul ettiklerinde Resûlullah Ebu Süfyân b. Harb ile Muğire b. Şu'be'yi göndermiş, Onu yıktırmıştı.[13]


Menat

Manat veya Manah, Arap mitolojisinde bir tanrıça. İslam öncesi Arabistan'da tapılan tanrıçalardandır, özellikle Mekke şehrinin üç baş tanrıçasındandı. İslam dininin kutsal kitabı Kuran'da da geçer. Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre İslam öncesi dönemde Araplar Manat'ın kader tanrıçası olduğuna ve üç baş tanrıçanın en yaşlısı olduğuna inanırlardı. O dönemlerde bu üç baş tanrıçanın Tanrı'nın kızları olduğuna inanılıyordu. Petra'daki Nabatlılar onu Manawat ismiyle anıyor, onu Greko-Romen tanrıça Nemesis ile denk tutuyor ve Hubal'ın karısı olduğuna inanıyorlardı.

Putlar Kitabı`na göre, İslam öncesi dönemdeki Arap putlarından en eskisi Manat idi. Ayrıca, eser Mekke'ye Manat adına yapılan bir tür hacdan da bahseder. Yine aynı eserde sahabelerden Ali'nin Manat'ın putunu yok ettiği anlatılır.[17]

Kureyş'in yanı sıra başka pek çok kabilenin daha takdis ettiği deniz kıyısında bir tapınağı bulunan kader tanrıçası Menat, özellikle Hicaz bölgesinin en ilgi çeken tanrıçalarından biri olarak kabul ediliyordu.[12]

Menat hakkında "Mu'cemu'l- Büldân"da şu bilgiler mevcuttur:

"Menat, Medine ile Mekke arasında Muşellel nahiyesinde bulunan Kudeyd isimli mevkide, deniz sahilinde dikili bir putun adıdır. Bu put, diğer putların hepsinden önce dikilmiştir. Bunu ilk defa dikenin Amr b. Lühayyi Huzâî olduğu, onu Şam tarafından getirip Kabe'nin etrafına diktiği rivayet edilmektedir. Bu put, Huzeyl ve Huzaa'nın putu idi, ancak Kureyş ve diğer Araplar da ona tapar, kurban ve hediyeler takdim ederlerdi. Bu putun daha sonra Kudeyd'e dikildiğini, Evs ve Hazrec kabilelerinin onu ziyaret etmedikçe hac ibadetlerinin tamam olduğuna inanmadıkları nakledilmektedir. Nihayet hicretin sekizinci fetih senesi Resûlullah Medine'den dört veya beş gün ayrıldıktan sonra Ali b. Ebî Tâlib'i Menat'ı yıkmak üzere gönderdi. O da gidip yıktı ve ne varsa hepsini alıp getirdi. Getirdiği şeyler arasında Mıhzem ve Resub adında iki de kılıç vardı. Resûlullah onları Hz. Ali'ye verdi. Bunlardan birinin Zülfikâr olduğu söylenir. Bu putun bakıcısı, Ezd kabilesinden Gatârif idi." [13]


Uzza

Hicaz'ın yanı sıra Irak, Şam, Nabat ve Safa gibi bölgelerde de tapınılan Uzza, Kureyş'in en büyük putlarındandı.[12]

Uzza, Nahle'de bir ağacın yanında bulunan bir puttu. Gatafan kabilesi ona tapardı. Bu putun bakıcıları, Sayreme b. Murreoğullarındandı.[13] Hubel gibi Uzza da, İslam öncesi Kureyşliler tarafından korunmak için çağrılırdı. "624'te Uhud savaşında, Kureyşlilerin savaş narası 'Uzza'nın insanları, Hubel'ın insanları!' şeklindeydi." [20][19]

Hişam bin el-Kelbi tarafından yazılmış Putlar Kitabı`na (Kitab el-Esnam) göre [18] ; "Kureyşliler de dahil Arapların çocuklarına Abdul-Uzza ("Uzza'nın kulu/kölesi") ismi koyma adetleri vardı. Daha da önemlisi Kureyşiler için Uzza en önemli puttu. Onu ziyaret eder, hediyeler getirir ve kurban adayarak lütuf dilerlerdi."

Geç dönem putperest (pagan) Arap şiirinde Uzza güzelliğin simgesi olarak geçmekteydi. Her ne kadar Uzza'nın Güney Arabistan'daki varlığı kısa denilebilecek bir zaman dilimi içinde yok olmuşsa da, kuzeyde Nabatlılarca Petra'da varlığını sürdürdü. Nabatlılar başlarda Arap isimlerine sahip ilahlara sahipken, daha sonra bu özgün ilahları Hellenistik tanrı ve tanrıçalarla özdeşleştirmiştir. Bunun sonucu olarak, Uzza da İsis ve Afrodit ile ilişkilendirilmiştir. Petra'daki kazılarda İsis/Uzza'ya adanmış bir tapınak ortaya çıkarılmıştır. Bu tapınak içinde bulunan bazı oymalardan esinlenerek Kanatlı Aslanların Tapınağı olarak anılmaktadır. Uzza ismi Petra'daki kitabelerde kayıt edilmiştir.

Putlar Kitabı'nda alıntılanan ve Zeyd ib-Amr ibn-Nufeyl tarafından yazıldığı geçen bir mısrada şöyle denmektedir:

(Arapça: فلا العزى أدين ولا ابنتـيهـا. ) "Uzza ve onun iki kızına artık tapmam." [19]

Uzza'yı Zâlim b. Es'ad put edinmişti. Bu put, Nahle-i Şâmiyye vadisi içindeki Hurad mevkiinde bulunuyordu. Mekke'den Irak'a doğru giderken Mus'ad'ın sağ tarafında, Amir'in hizasında ve Zat-ı Irk'ın üst kısmında, Bustan'a dokuz mil mesafede idi. İbnü Es'ad onun üzerine Bess denilen bir beyt yaptırmıştı ve onun içinde bir ses duyarlardı. Araplar ve Kureyşliler ona saygı gösterirlerdi, Kureyş'lilerin nazarında da putların en büyüğü Uzza idi. Onu ziyaret eder, ona hediye ve kurban verirlerdi. Kureyşliler onun için Hurad vadisinde Sükam adını verdikleri bir koruluk kurmuşlardı ve onu Kabe'nin Harem'ine benzetmek istiyorlardı. Şeybân b. Câbir b. Mürre oğullarından olan bakıcıları, Beni'l-Haris b. Abdilmuttalip b. Hâşim'in adamlarındandı. Bunların en son bakıcıları da Dübeyye b Harmeselemî idi. Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'yi fethettiği zaman Hâlid b. Velid'e dediki: "Batn-ı Nahle'ye git orada üç semüre ağacı bulacaksın, birinciyi kes!" Hâlid varıp kesti ve geri dönüp geldi: Peygamber (s.a.v) ona: "Bir şey gördün mü?" dedi. O da, "hayır" dedi: "Öyle ise git ikinciyi de kes!" dedi. Kesip geldiğinde de ona tekrar "Bir şey gördün mü" diye sordu. Hayır deyince, "O halde git üçüncüyü de kes!" dedi. Halid b. Velid kesmek üzere gittiğinde kendisini vazgeçirmek isteyen çıplak bir kadınla karşılaştı. Saçlarını dağıtmış, ellerini ensesine koymuş ve dişlerini gösteren bu şeytan kılıklı kadının arkasında da bakıcı olan Dübeyye b. Harmesselemi eşşeybânî Halid'e bakıp şöyle diyordu:

"Ya Uzza! Haydi yalan çıkarma, Halid'in üzerine şiddetli bir şekilde saldır. Örtüyü bırak ve kollarını sıva, çünkü sen bugün Hâlid'i öldürmezsen peşin bir zilletle dönecek ve Hıristiyanlaştırılacaksın."

Halid de şöyle dedi

"Ya Uzza nankörlük sana, senin için tenzih (berî kılma) yok. Gördüm ki Allah, seni zelil kıldı."

Ve sonra kılıçla başına vurdu ve onu öldürdü, peşinden de ağacı kesti ve Dubeyye'yi de öldürdü Daha sonra da Resulullah'a gelip durumu haber verdi. Peygamber de, "O, Uzza idi, artık bundan böyle Araplara Uzza yok." dedi.[13]


Hubel

Mekke'ye getirilen ilk put olma özelliği taşıyan ve Mekke'nin en itibar gören putu sayılan Hübel, insan suretinde olup, kırmızı akikten yapılmıştı. Arap kabilelerinin tümü tarafından ilah kabul edilen bu putun Suriye'den getirilişi sırasında eli kırılmış; bunun üzerine Kureyş müşrikleri tarafından altın bir el takılmıştır.[12]


İsaf ve Naile

Safa'daki İsaf ile Merve'deki Naile, Kâbe'de zina yapan iki insanı temsil ediyordu.[12]


Ved

Ved, Huzaa kabilesinin putu olup, iri cüsseli bir erkek heykeldi.